MİKROBİYOTA – GİZLİ KRALLIK
Son dönemde gündemde çok yer alan bir konumuz var bu yazımda . MİKROBİYOTA. Mikrobiyota nedir?
Mikrobiyota, "kommensal, simbiyotik ve patojenik mikroorganizmaların oluşturduğu ekolojik komünitelerdir" ve bitkilerden hayvanlara kadar incelenmiş tüm çok hücreli organizmaların iç ve dış yüzeylerinde bulunurlar. Mikrobiyota, bakteriler, arkeler, protistler, mantarlar ve virüsleri içerir.
Son on yıldır sıklıkla duyduğumuz mikrobiyota kelimesi daha önce bu kadar anlam ifade etmiyordu. Ancak bağırsak mikrobiyotası artık adeta ayrı bir ‘organ’ olarak kabul görmektedir. Her insanın mikrobiyotası parmak izi gibi kişiye özeldir.
Bağırsaklarımızda 100 trilyon bakteri bir uyum halinde yaşamaktadır. Toplam ağırlıkları iki kiloya kadar ulaşabilen bu bakteriler çeşit ve sayı olarak en fazla kolonda bulunmaktadır. Bu mikroorganizmaların sayı ve çeşitliliği gastrointestinal sistemde proksimalden distale gidildikçe artmaktadır.
Yapılan son araştırmalar, insan hücre sayısından 1.3 kat daha fazla bakteri hücresi ve kendi genlerimizden çok daha fazla mikrobiyel gen taşıdığımızı göstermektedir. Burada kritik bir soru geliyor akıllara:
İnsan hücresinden bile fazla sayıda olan mikrobiyotanın bize nasıl bir etkisi olabilir?
Yapılan araştırmalar sonucunda artık bir çok hastalığın mikrobiyotanın bozulması sonucu ortaya çıktığı anlaşılmıştır. Mikrobiyotanın bozulmasına dizbiyozis denir.
Mikrobiyotanın dizbiyosiz hali alerjik astımdan tutun da atopik dermatite, obeziteden birçok kronik hastalığa ciddi zemin oluşturmaktadır Mikrobiyota sağlığının temelleri de aslında anne karnında atılmaktadır.. İlk bin gün her insanın hayatında çok önemli olan bir dönemdir. Bunun için tıp camiasında kongreler düzenlenmekte ve detaylı araştırmalar yapılmaktadır..
Annenin karnındaki ilk günden başlayarak sayılan bu bin gün ilerde yaşanacak sağlık sorunlarının da önleyicisi niteliğinde mikrobiyota gelişimi için hayati önem taşımaktadır. İlk bin gün annenin beslenmesinden başlayarak doğum şekli, anne sütü alım süresi ve antibiyotik kullanımı en önemli 3 kritik faktör olarak önümüze çıkmaktadır.. İlerleyen dönemlerde de beslenme ve antibiyotik kullanımı mikrobiyotayı olumuz etkileyen faktörler arasında yer almaktadır.
Yapılan çalışmalar ilk bin günde anne sütü almayan, sezaryen ile doğmuş ve antibiyotik kullanmış bebeklerin diğer bebeklere göre 2-3 kat daha fazla obez olduğunu, alerjik astım ve atopik dermatit ile karşı karşıya kaldığını göstermiştir. Sizler de çok iyi hatırlayacaksınız bundan on sene önce eczanelerimizde nebulizatör bulunmazdı. Şimdi ise neredeyse nebulizatör olmayan ev yok.
Her evde artık aerochamber var ve bebekler inhaler kullanıyor. Atopik dermatit için pahalı dermokozmetik ürünler çok kullanılmazken , bebekli ailelerin evinde muhakkak bu ürünlerden bulunuyor.
Bir diğer önemli detay ise hastalarımıda gittikçe zayıflayan bağışıklık sistemi. Bağışıklık hücrelerinin %70’i ve serotoninin %95’i bağırsaklarda bulunuyor.. Yani düşük bağışıklık yanıtı için multivitaminlerden önce mikrobiyota sağlığı araştırılmalı ve mikrobiyotanun güçlendirilmesine dikkat edilmelidir. Aynı şekilde mikrobiyota sağlığının depresyon ile doğrudan ilişkili olduğu da kanıtlanmış durumdadır. Hayatın gittikçe zorlaştığını ve her an stresle karşı karşıya kaldığımızı düşünürsek bu konuda da mikrobiyotayı kuvvetlendirmeyi ön planda tutmalıyız.
İşte tam da bu yüzden sağlıklı gelecek nesiller için sağlıklı bir mikrobiyotaya ihtiyacımız var.
Sağlıklı bir bağışıklık sistemi demek, sağlıklı nesiller demektir.
Deontolojik olarak biz eczacıların da toplum sağlığı açısından sorumluluğumuz çok fazla. Bu çerçevede hastalarımızı bilgilendirmeli ,antibiyotik kullanımı sırasında probiyotik kullanımını önermeliyiz. Özellikle ilk bin gün içindeki bebeklerde çok daha hassas davranmalı ve ailelere gerekli uyarıları yapmalıyız.
Yapılan tüm araştırmalar ve çalışmalar ışığında önümüzdeki yıllarda mikrobiyota sağlığında çok daha fazla gelişmeler olacaktır. Birçok hastalığın tedavisinin mikrobiyotayı hedef alacağına hep beraber şahit olacağız.
Hastalarımıza gerekli bilgilendirmeleri yapıp doğru yönlendirerek daha sağlıklı bir yaşam sürmelerine katkıda bulunmak hepimizin önceliği olmalıdır. Saygı ve sevgilerimle.
Ecz. Bengü DEMİRTÜRK CAN